HUKUK MUHAKEMELERİ KANUNU

Kanun Numarası 6100
Kabul Tarihi 12.01.2011
Yayımlandığı Tarih 4.02.2011
Sayı 27836

MADDEYE GİT

HMK MADDE 1 – Görevin Belirlenmesi ve Niteliği | Karşılaştırma, Gerekçe ve İlgili Mevzuat

Favorilerine ekle
Favorilerinden çıkar

Kanun Maddesi:

Görevin belirlenmesi ve niteliği
Mahkemelerin görevi, ancak kanunla düzenlenir (Anayasa Madde: 142) Göreve ilişkin kurallar, kamu düzenindendir. (m: 114,1/c) (Karş: CMK m:3) (Karş: HUMK m: 1,I - Mahkemelerin görevi kanunla belirlenir) (Karş: HUMK m: 7,II - Görev itirazı davanın her safhasında ileri sürülebilir)

Madde Gerekçesi:

Hükumet Gerekçesi: Anayasanın 142 nci maddesi uyarınca mahkemelerin görevleri ancak kanunla tayin edilebilir; idare, düzenleyici idarî işlemleri aracılığıyla göreve yönelik herhangi bir belirleme yapamaz. Maddenin birinci cümlesinde yer alan düzenlemede, anılan Anayasa kuralı yasal plânda bir kez daha ifade edilmiştir. Şüphesiz, kanunla yapılacak olan göreve ilişkin belirlemenin, Anayasanın 37 nci maddesinde güvence altına alınmış bulunan tabiî hâkim ilkesine de uygunluk arz etmesi gerekir. Yine bu yasal düzenlemede, görev kurallarının niteliğine ilişkin bir belirleme de yapılmıştır. Bu belirleme ve görevin dava şartı hâline getirilmiş bulunması sebebiyle 18/6/1927 tarihli ve 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 7 nci maddesindeki düzenleme tümüyle yürürlükten kaldırılmıştır. Bu tercih yapılırken 1086 sayılı Kanunun 7 nci maddesinin üçüncü fıkrasında yer alan düzenleme de bilinçli olarak göz ardı edilmiştir. Bu durum her şeyden önce görev kurallarının yargı erkinin işleyişiyle ilgili olması sebebiyle kamu düzeninden sayılmasının ve ayrıca Tasarının 119 uncu maddesinin birinci fıkrasının (c) bendinde açıkça dava şartı olarak nitelenmiş bulunmasının doğal bir sonucudur. Öte yandan 7 nci maddenin üçüncü fıkrasında öngörülen düzenleme sulh hukuk mahkemelerinin tek hâkimli, asliye hukuk mahkemelerinin ise 469 sayılı Kanunun yürürlükte olduğu dönemde toplu mahkeme olarak öngörülmüş bulunmasını temel almaktadır. Bugün 08/04/1924 tarihli ve 469 Sayılı Mehakimi Şer'iyenin İlgasına Ve Mehakim Teşkilatına Ait Ahkamı Muaddil Kanun yürürlükten kalkıp yerini 5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun alıp, bu Kanunda da açıkça asliye hukuk mahkemeleri tek hâkimli mahkeme olarak öngörüldüğü için, 1086 sayılı Kanunun 7 nci maddesinin üçüncü fıkrasındaki düzenlemenin temelindeki gerekçe tümüyle ortadan kalkmıştır. Yani bugün için hem sulh hukuk mahkemeleri hem de asliye hukuk mahkemeleri tek hâkimli konumdadır. Sulh hukuk mahkemeleriyle asliye hukuk mahkemeleri arasında herhangi bir derecelendirme ilişkisi de yoktur. Dolayısıyla sulh hukuk mahkemeleri ve asliye hukuk mahkemeleri arasındaki görev ilişkisi ile bu mahkemelerle özel mahkemeler arasında kurulmuş bulunan görev ilişkisi ve sonuçları arasında herhangi bir ayırım gözetilemez. Görevin kamu düzenine ilişkin bulunmasının doğal sonucu, bu alanın tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edebileceği bir alan konumunda bulunmamasıdır. Yani taraflar anlaşmak suretiyle, bir başka ifadeyle görev sözleşmesi yaparak, somut uyuşmazlık bağlamında görevli olmayan bir yargı yerini görevli hâle getiremezler. Diğer yandan, 1086 sayılı Kanunun 1 inci maddesinin birinci fıkrası, aynen bu maddeye alınmıştır.

TBMM Adalet Komisyonu Değişiklik Gerekçesi: Tasarının 1 inci maddesinin birinci cümlesinde geçen “belirlenir” ibaresi, Anayasanın 142 nci maddesiyle uyum sağlamak amacıyla, “düzenlenir” şeklinde değiştirilmiştir.

Bağlı İçtihatlar:

Yargıtay 8. Hukuk Dairesi,
E. 2019/5440 K. 2021/3370
T. 12.04.2021

“Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 2. Hukuk Dairesi”

DAVA TÜRÜ  : Nüfus Kayıtların Düzeltilmesi, Babalığın Tespiti İLK DERECE

MAHKEMESİ : Ankara 16. Aile Mahkemesi

Taraflar arasında görülen ve yukarıda açıklanan davada yapılan yargılama sonunda Ankara 16 Aile Hukuk Mahkemesinin 06.11.2018 tarihli ve 2018/47 Esas, 2018/146 Karar sayılı kararıyla davanın usulden reddine karar verilmiş, Mahkeme hükmüne karşı davacı vekili tarafından istinaf yoluna başvurulması üzerine Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 2. Hukuk Dairesince istinaf başvurusunun esastan reddine şeklinde hüküm kurulmuş olup, bu kez davacı vekilinin Bölge Adliye Mahkemesi kararını temyizi üzerine Dairece dosya incelendi, gereği düşünüldü:

Davacı vekili dava dilekçesinde, vekil edeni Remziye’nin kardeşi Nazmiye ile Nazmiye’nin eşi Umut’un nüfus kayıtlarında müşterek çocukları görünen Edanur ile vekil edenin bekarlık hanesinde kayıtlı çocuğu Emir’in, Remziye ile davalı xxxxxxxxx’ın gayrı resmi birlikteliğinden dünyaya geldiğini ileri sürerek; küçük Edanur yönünden nüfus kayıtlarının düzeltilmesi ile babalığın tespitini, çocuk Emir yönünden babalığın tespitini istemiştir.

Aile Mahkemesince yapılan yargılama sonunda, ibraz edilen vekaletnamede babalığın tespitine ilişkin özel yetki bulunmadığı ve verilen süreye rağmen eksikliğin ikmal edilmediği gerekçesiyle davanın usulden reddine karar verilmiş, davacı vekilinin istinaf istemi Bölge Adliye Mahkemesince esastan reddedilmiştir. İstinaf isteminin esastan reddine dair karar davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

1. Dosya muhtevasına, dava evrakı ile yargılama tutanakları münderecatına, mevcut deliller Mahkemece takdir edilerek karar verildiğine ve takdirde bir isabetsizlik bulunmadığına göre, aşağıdaki bent kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazları yerinde görülmemiştir.

2. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun görevin belirlenmesi ve niteliği başlıklı 1. maddesinde mahkemelerin görevinin ancak kanunla düzenleneceği ve göreve ilişkin kuralların kamu düzeninden olduğu belirlendiğinden bu husus mahkemelerce yargılamanın her aşamasında kendiliğinden gözetilmesi gerekir.

HMK uyarınca, olayları açıklamak taraflara hukuki niteleme hakime aittir.

Öncelikle çözümlenmesi gereken husus; davanın soybağının reddi-babalık veya nüfus kayıtlarının düzeltilmesi davası olup olmadığıdır. Bilindiği üzere, soybağı birbirinin soyundan gelen kişiler arasındaki ilişkiyi ifade ettiğinden bu kavram içerisinde kan bağının yanında hukuki münasebetin de bulunması, diğer bir ifadeyle kan bağının hukuk düzeninin aradığı koşullar içerisinde oluşması zorunludur. Türk Medeni Kanunu’nun 282. maddesi uyarınca, çocuk ile ana arasında soybağı doğumla, baba ile arasındaki soybağı ise ana ile evlilik, tanıma veya hakim hükmüyle kurulur. Soybağı ayrıca evlat edinme yoluyla da kurulur, ayrıca, kısaca af kanunları olarak nitelendirilen bir evlenme aktine dayanmayan birleşmelerden doğan çocukların neseplerinin düzeltilmesine ilişkin kanunlara göre de soybağı kurulabilir. (HGK 30.01.2008 gün 2008/2-36-47 sayılı kararı) Çocuk ile ana arasında soybağı doğumla kendiliğinden kurulur ve tesisi için herhangi bir hükme gerek bulunmadığından, çocuğun annesi ile soybağı ilişkisinin kurulması değil, çocuğu doğuran kadının kim olduğunun tespiti dava konusu edilebilir.

Öte yandan Türk Medeni Kanunu’nun 36/1. maddesine göre, kişisel durum, bu amaçla tutulan resmi sicille belirlenir. Aynı Kanunun 39. ve Nüfus Hizmetleri Kanunu’nun 35/1. maddeleri uyarınca, kesinleşmiş mahkeme hükmü olmadıkça nüfus kütüklerinin hiç bir kaydı düzeltilemez ve kayıtların anlamını ve taşıdığı bilgileri değiştirecek şerhler konulamaz, ancak olayların aile kütüklerine tescili esnasında yapılan maddî hatalar nüfus müdürlüğünce dayanak belgesine uygun olarak düzeltilir.

Kayıt düzeltilmesi, aile kütüğüne işlenmiş kaydın bir kısmının düzeltilmesi veya değiştirilmesidir. Nüfus kütüklerindeki doğru olmayan kayıtların düzeltilmesi için mahkemeden karar alınması zorunludur. İşte bu noktada, nüfus kütüğünde yer alan doğru olmayan kayıtlar, ilgililerince açılacak kayıt düzeltme davası ile gerçek durumuna uygun hale getirilebilir ki, bu dava uygulamada nüfus kaydının düzeltilmesi davası olarak adlandırılmakta olup zamanaşımı ve hak düşürücü süreye bağlı olmayan nüfus kaydının düzeltilmesine ilişkin davalarda, her türlü kanıta başvurulabilir (YHGK, 11.02.1998, 2-87/77 sayılı kararı) Soybağının reddi davası ile kayıt düzeltme davası, sonuçları (hane dışına çıkarmak) bakımından benzerlik göstermekte ise de, içerik ve yargılama kuralları açısından kendi özel hükümlerine bağlıdır. Soybağının reddinde, kişisel duruma ilişkin nüfus kaydında yer alan bilgi doğru olarak meydana gelmiş ve kütüğe tescil edilmiştir. Ancak bu doğru daha sonra soybağının reddi davası ile teknik anlamda bir yanlışlığa dönüştürülmüştür. Nüfus kaydının düzeltilmesi davasında ise, nüfus kaydının gerçek durumu yansıtmadığı, baştan yanlış olarak kütüğe geçirildiği söz konusudur. (HGK 30.01.2008 gün 2008/2-36-47 sayılı kararı) Nüfus kayıtlarına ilişkin düzeltme davaları, 4787 sayılı Kanunun 4’ncü maddesi kapsamı dışında olup, aile mahkemelerinin görevine girmez. Asliye hukuk mahkemelerinin görev alanına giren nüfus kayıtlarının düzeltilmesi davalarında, Nüfus Hizmetleri Kanunu’nun 36. maddesi gereği, nüfus müdürü veya memurunun bulunması ve kararın onların önünde verilmesi zorunludur.

Somut olayda ileri sürülen taleplerden biri de, küçük xxxxxxxxx ‘ın xxxxxxxxx ve xxxxxxxxx çocuğu olarak gerçeğe aykırı beyana dayalı oluşturulan nüfus kaydının iptali ile gerçek annesinin davacı xxxxxxxxx olduğunun tespiti ile buna uygun olarak nüfus kaydının düzeltilmesi istemine ilişkindir.

Yukarıda gösterilen açıklamalar dikkate alındığında; anne ile çocuk arasında soybağı doğum ile kurulacağından ve xxxxxxxxx ‘ın gerçek annesinin xxxxxxxxx olup, xxxxxxxxx olmadığı ile gerçek babasının da xxxxxxxxx olmadığına ilişkin talep bir bütün olarak gerçeğe aykırı beyanla baştan beri yanlış olan sicilin düzeltilmesi niteliğinde olduğundan, sözkonusu talepler bakımından dava 5490 sayılı Nüfus Hizmetleri Kanununun 36. maddesi kapsamına giren nüfus kaydının düzeltilmesi davasıdır. Nüfus kaydının düzeltilmesi davasında resmi sicilin belgelediği olgunun doğru olmaması, baştan yanlış olarak kütüğe geçirilmesi söz konusudur. 5490 sayılı Nüfus Hizmetleri Kanununun 36. maddesinde düzenlenen nüfus kaydının düzeltilmesi davalarına Nüfus Müdürlüğü temsilcisinin katılımıyla asliye hukuk mahkemesinde bakılır.

Yukarıda gösterilen açıklamalar dikkate alındığında; Mahkemece, xxxxxxxxx’ın xxxxxxxxx ve xxxxxxxxx çocuğu olmadığı ve gerçek annesinin xxxxxxxxx olduğu talepleri yönünden Asliye Mahkemesine göndermek üzere görevsizlik kararı verilmesi gerektiğinin düşünülmemesi doğru görülmemiş, Bölge Adliye Mahkemesinin istinaf isteminin esastan reddine dair kararı kaldırılarak, İlk Derece Mahkemesi kararının bozulması gerekmiştir.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle Bölge Adliye Mahkemesi kararının 6100 sayılı HMK’nin 373/1 maddesi uyarınca KALDIRILMASINA, İlk Derece Mahkemesi kararının HMK’nin 371. maddesi uyarınca BOZULMASINA, dosyanın İlk Derece Mahkemesine, karardan bir örneğinin de Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine, 12.04.2021 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.”

Yargıtay 5. Hukuk Dairesi,
E. 2021/9226 K. 2021/11932
T. 25.10.2021

MAHKEMESİ : Ticaret Mahkemesi

Taraflar arasındaki davada Büyükçekmece 2. Asliye Hukuk ve Bakırköy 4. Asliye Ticaret Mahkemelerince ayrı ayrı görevsizlik kararı verilmesi nedeni ile yargı yerinin belirlenmesi için gönderilen dosya içindeki tüm belgeler incelendi, gereği düşünüldü:

Dava, davacı şirketin davalı spor kulübü derneğine verdiği özel güvenlik hizmeti bedeli nedeniyle başlatılan takibe vaki itirazın iptali istemine ilişkindir.

Büyükçekmece 2. Asliye Hukuk Mahkemesi’nce, davacı tarafın davasını ticari dava olarak nitelemiş olduğu ve asliye ticaret mahkemesine dava açtığı gerekçesiyle görevsizlik kararı verilmiştir.

Bakırköy 4. Asliye Ticaret Mahkemesi’nce ise, davacı tarafından açılan davada tarafların her ikisinin de tacir olmadığı, uyuşmazlığın ticari işletmeleriyle ilgili hususlardan doğmadığı gerekçesiyle görevsizlik kararı verilmiştir.

Davacı vekili dava dilekçesi ile birlikte, müvekkili şirket ile davalı xxxxxxxxxx ile arasında 25/12/2013 tarihinde Güvenlik Hizmet Sözleşmesi imzalandığı, bu sözleşme ile müvekkili şirketin sözleşmede belirtilen yerde ve şartlarda Orduspor Kulübünün müsabakalarına güvenlik hizmeti sağlama işini üstlendiği, sözleşme uyarınca da davalı tarafından süresinde yapılan bildirimler neticesinde müvekkili şirketin müsabakalarda güvenlik hizmeti sağladığı, sözleşmeye uygun olarak sağladığı güvenlik işi karşılığında 29/12/2013 ile 23/06/2014 tarihleri arasında faturalar kesildiği, davalının güvenlik hizmeti karşılığında bir miktar ödeme yaptığı, hizmet sözleşmesinin ilk altı ayında düzensiz ödemeler yapıldığı, hizmet sözleşmesinin devamında ise herhangi bir ödeme yapılmadığı, davalının müvekkili şirkete özel güvenlik hizmeti sözleşmesinden kaynaklanan borcu nedeni ile başlatılan ilamsız icra takibine itiraz ettiğini davanın kabulü ile haksız ve kötüniyetli yapılan itirazın iptaline karar verilmesini, davalı aleyhine %20’den az olmamak üzere icra inkar tazminatına hükmedilmesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 4. maddesine göre bir davanın ticari dava sayılması için ya uyuşmazlık konusu işin taraflarının her ikisinin birden ticari işletmesiyle ilgili olması yada tarafların tacir olup olmadıklarına veya işin tarafların ticari işletmesiyle ilgili olup olmamasına bakılmaksızın Türk Ticaret Kanunu veya diğer kanunlarda o davaya Asliye Ticaret Mahkemesi’nin bakacağı yönünde düzenleme bulunması gerekir.

Diğer taraftan, 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 19/2. maddesi uyarınca, taraflardan biri için ticari iş sayılan bir işin diğeri için de ticari iş sayılması, davanın niteliğini ticari hale getirmeyecektir. Zira; Türk Ticaret Kanunu, kanun gereği ticari dava sayılan davalar haricinde, ticari davayı ticari iş esasına göre değil, ticari işletme esasına göre belirlemiştir. Hâl böyle olunca, işin ticari nitelikte olması davayı ticari dava haline getirmez.

6335 sayılı Kanun’un 2. maddesi ile değişik 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 5. maddesi uyarınca ticari davalar asliye ticaret mahkemelerince görülerek karara bağlanır. Diğer taraftan aynı düzenleme gereğince, asliye ticaret mahkemeleri ile diğer hukuk mahkemeleri arasındaki ilişki, 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu’ndan ve 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 6335 sayılı Kanun’la değişmeden önceki halinden farklı olarak iş bölümü ilişkisi değil, görev ilişkisidir.

Somut olayda, taraflar arasındaki itirazın iptaline konu uyuşmazlığın sözleşmeye aykırılıktan kaynaklandığı belirgin olup, sözleşme hükümlerine aykırılıktan doğan bu davanın yasal dayanağı Borçlar Kanununun 96. ve devamı maddeleridir. Davalı tacir niteliği taşımadığından, dava konusu da kanunda özel olarak düzenlenen hallere girmediğinden, davanın Asliye Hukuk Mahkemesinde görülüp sonuçlandırılması gerekir.

Yukarıda açıklanan nedenlerle; 6100 sayılı HMK’nın 21 ve 22. maddesi gereğince Büyükçekmece 2. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin YARGI YERİ OLARAK BELİRLENMESİNE, 25/10/2021 gününde oybirliğiyle karar verildi.”

BU İÇERİĞİ PAYLAŞIN